28 Aralık 2010 Salı

Ustalara Saygı Kuşağı-5

              Sandor KOCSIS

Kafa gollerinin adamı.'' Altın kafalı adam.'': Macar Sandor KOCSIS. 1954 Dünya kupasında 5 maçta 11 gol atarak gol krallığı tacını taktı. Macarların futbolda dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda 68 kez milli formayı giydi ve 75 gol atma başarısını gösterdi.7 maçta rakip ağları 3'er kez havalandırdı. Fakat her zaman Ferenc PUSKAS'ın gölgesinde kaldı. Belki de onun şanssızlığı Puskas la aynı dönemde doğmuş olmasıydı.
21 Eylül 1929 da Budapeşte'de  dünyaya gözlerini açan Sandor futbol sahalarında adeta bir gol makinesi idi. Annesi onu okusun adam olsun diye değil sadece gol atması için dünyaya getirmişti adeta.KTC formasıyla 1944 yılında sahalara adım attığında henüz avrupa, Hitlerin çizmelerinden kurtulamamıştı. Savaş bittikten 1 yıl sonra  Ferencvaros takımına transfer oldu ve 1949 yılında macar ligi şampiyonluğu kazandı. Tabi kendisi de gol kralı olmuştu. Bu krallığı 2 yıl daha kimseye bırakmayarak aynı başarıyı 1950 ve 1951 yıllarında tekrarladı.Macarlar milli takım düzeyinde Avrupa'yı sallarken kendisi de macar ligini sallıyordu. 1952 yılında Macarların ünlü takımı Honved'e transfer oldu. O yıllarda Honved takımının durumu ile 2 yıl önce Fb'ye rakip olan Honved arasında dağlar kadar fark vardı.Sandor efsanevi macar oyuncu Puskas ile Honved de müthiş bir ikili oluşturdu ve 1952,54 ve 55 te lig şampiyonluğu yaşadı. 1952 de 36, 1954 te de 33 gol atarak avrupa'nın en golcü oyuncusu olmuştu.
Milli formayı 1948 de giymeye başlayan Sandor KOCSIS, Macarların 6 yıllık yenilmezlik döneminde kilit rol oynamıştı. 1952 de kazanılan Olimpiyat şampiyonluğunda Puskas ile birlikte en önemli etken Kocsis'ti. 1953 yılında Wembley'de İngiltere'yi 6-3 yendikleri karşılaşmada en kilit isim yine Kocsis olmuştu. Bu günün İspanya'sı neyse, o zamanların Macaristan'ı da oydu. Tek fark Macarların Dünya şampiyonluğunu kaçırmalarıydı. Hem de final maçında. İşte o Macar milli takımı 1954 Dünya kupasında her zaman olduğu gibi önüne geleni devirmiş ve finalde Almanlara rakip olmuştu. Herkesin favorisi Puskas'lı,Kocsis'li,Hidegkuti'li Macarlardı. Macarlarda kendilerinden o kadar emindi ki maç sonrası şampiyonluk kutlamalarını bile organize etmişlerdi. Maça Macarlar, herkesin tahmin ettiği gibi hızlı başlamış ve 2-0 öne geçmişlerdi. Ancak Almanlar disiplini elden bırakmayarak önce Macarları durdurdular,ardından da tarihin en iyi geri dönüşlerinden birini gerçekleştirerek maçı 3-2 kazandılar. Macar efsanesi sona ermişti artık. Turnuvayı 11 golle gol kralı olarak tamamlayan Kocsis  bu sevinci yaşayamamıştı bile. Son milli maçını 1956 da Avustury' ya karşı oynayarak milli formaya veda etti.

1956 Yılında Honved formasıyla İspanya turuna çıktı. Aynı yıl Sovyetler Macaristan'ı işgal edince diğer arkadaşları gibi ülkesine dönmek istemedi. Bir süre Young Boys Servant takımında oyuncu-antrenör olarak görev yaptıktan sonra takım arkadaşı Puskas gibi İspanya'nın yolunu tuttu ve Barcelona'ya transfer oldu. 24 Eylül 1957 de açılan 90 bin kişilik  Nou Camp stadında  katalan halkına unutulmaz anlar yaşattı. O zaman İNTER-CİTİES FAİRS adıyla oynatılan Fuar Şehirleri kupası, şimdiki adıyla UEFA Avrupa Liginde 1958 ve 1960 ta iki kez kupayı Barcelona şehrine getirdi.1959 ve 1960 ta La Liga'nın da zirvesinden inmeyen Barça ile 2 kez de Kral Kupası kazandı.1966 Yılında 37 yaşında sahalara veda eden Macar oyuncu 194 maçta 140 gol atarak başarılması güç bir iş çıkardı.
1978 yılında hayata gözlerini yumarken ardında sayısız başarı bıraktı.Uluslararası Futbol Tarihçileri ve İstatistikçileri Federasyonu (IFFHS) tarafından ''Yüzyılın Macar Oyuncusu'' seçildi.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Lütfen !!!


Sayın Aziz YILDIRIM Fb kulübünün vizyon anlamında en başarılı başkanı. Buna kimsenin itiraz hakkı yok. Kendisi her fırsatta Fb'nin bir spor kulübü olduğunu ısrarla vurguluyor ki bu konuda da haklıdır. Sporun her branşı ile ilgileniyor. Bir spor kulübü başkanı olarak yapması gereken her şeyi yapıyor. Hatta bu uğurda zaman zaman sağlığını da tehlikeye atıyor. Voleybolun başında Sayın Mehmet Ali AYDINLAR var. Bayanlar dünya şampiyonu oldu,geçen sezonda avrupa şampiyonlar liginde final oynadı. Basketbol ise Aydın ÖRS'e emanet. Onlarda THY  EURO ligde dolu dizgin gidiyorlar. Yani kısacası Sayın Yıldırım'ın profesyonellere bırakıp da müdahale etmediği branşlar başarılı. Fakat Sayın Aziz YILDIRIM'ın bir fiil müdahale de bulunduğu futbol ise tam tersi durumda. Bu bana çok garip geliyor. Biri bana bunun mantıklı bir açıklamasını yapsın lütfen. 

21 Aralık 2010 Salı

EL MATADOR

Xabi ALONSO



İspanya'nın dünyaca ünlü boğa güreşinin efsaneleridir matadorlar. Boğaya karşı sadece kılıçla karşı koyarlar.Binlerce çift göz boğanın boynuzlarının mı yoksa müthiş bir cesaretle ona karşı koyan matadorun mu galip geleceğini merak eder.Bill Shankly'nin '' Futbol bir ölüm kalım meselesi değildir. Ondan çok daha önemlidir.'' dediği gibi ise, futbol da bir nevi matador ile boğa arasında geçen ölüm kalım meselesi gibidir.
İşte Xabi ALONSO da ünü futbol arenalarının dışına taşmış matadorlarının en iyilerinden biridir.Oyunu okumada ki zekası,aklın ayaklara hükmetmesiyle verilen derinlemesine paslar,orta sahayı bir komutan gibi yönetmesi Alonso'yu Alonso yapan özelliklerdir.Liverpool'un bu sezon Premier ligde alt sıralarda olmasının sebebi sadece Benitez'in yarattığı kalıcı etki değildir.Tıpkı Real Madrid'in son iki yıldır (şampiyon olamasa da) gösterdiği performansın sırrının Ronaldo,Kaka,Mesut'un başlı başına sebep olmaması gibi.Her iki durumda da Alonso'nun Liverpool dan ayrılması ya da Madrid'e gelmesi önemli bir faktördür.
Futbolda daima en zor olanı yani basit oynamayı seçer Alonso. Kademe anlayışı,topu oyuna sokması,rakibin zayıf noktalarını görmesi onun futbol aklının derecesini göstermektedir.Alonso'nun varlığı kendisini fazlasıyla hissettirir. Ancak yokluğu bir çocuğun elindeki dondurmayı Piccasso'nun en güzel tablosuna yapıştırmasından bile daha acı vericidir.Futbol Vivaldi'nin Dört Mevsimi ise Alonso Dört Mevsimin ilkbaharıdır. Attığı mesafe tanımayan paslar karşısında çimlerin bile dile geldiği oyuncudur o. Real de Ronaldo ve Mesut süvari ise O,karargahtır.
İşte O karargah 1981 yılında yaprakların rengini değiştirdiği ve yer çekimine karşı koyamadığı kasım ayının yirmi beşinde Bask bölgesinde San Sebastian'ın güneyinde yer alan Tolosa da dünyaya gözlerini açtı. Futbol dolu bir bölgede ve ailede büyüdü.Babası Periko ALONSO La Liga'yı Real Sociedad la 2 ,Barcelona ile 1 kez kazanmış ve milli formayıda 20 kez giymiş bir futbolcuydu. Dolayısı ile küçük Xabi'nin de futbola duyarsız kalması kaçınılmazdı.Aileden gelen futbol tutkusu çocuk yaşlarda San Sebastian'da ''Playa De La Concha'  (Shell Beach) da oynarak başlamıştı. O yıllarda en yakın arkadaşı da şimdi Everton da forma giyen Mikel ARTETA dır.  Yıllar sonra Xabi, Arteta ile olan dostluğunun top tekniğini geliştirmesinde oldukça faydalı olduğunu  söylemişti.
Abisi ile birlikte babasının antremanlarına gitmek hayatta en çok zevk aldığı şeylerden biridir. Şu anda oynadığı pozisyon için de babasından feyz almıştır. Bu pozisyon ona topun nasıl iyi dağıtılması gerektiğini öğretmiştir. Shell Beach te beraber top oynadığı en yakın arkadaşı Arteta ile birlikte bir gün beraberce Sociedad forması giymeyi hayal ediyorlardı. Alonso Sociedad formasını giymeyi başarmış ancak Arteta  ile yolları ayrılmıştı. Çünkü Arteta o zaman Barcelona'ya transfer olmuştu. İlk bakışta Arteta Xabi den daha iyi bir sıçrama yapmış gibi görünüyordu.

Sociedad formasıyla ilk maçına 18 yaşında Copa Del Rey de CD Logrones'e karşı çıktı.Ancak o sezon bir daha forma şansı bulamayacaktı. 2000-2001 sezonun başında takım Javier CLEMENTE ye emanet edilmişti. O da dahiyane bir fikirle Alonso'yu ikinci lig takımı SD Eibar'a kiralık olarak göndermişti. Javier yaptığı dahiyane hareketlerde bununla sınırlı kalmamış oynattığı futbol yüzünden Sociedad 2001 Ocak ayında La liga da son sırada yerini almıştı. Bu durum tabi ki böyle devam etmemiş Clemente'nin görevine son verilerek takımın başına yolu Türkiye'den de geçmiş Liverpool'un efsanevi oyuncularından Galli teknik adam John B. TOSHACK getirilmişti. Ülkemizde değeri anlaşılamamış sayısız teknik adamdan biri olan Toshack, Clemente'nin yaptığı ilk icraatın tersini yaparak Xabi'yi takıma geri çağırmış ona 19 yaşında kaptanlığı vermişti. Takım daha sonra toparlanıp ligi 14. bitirerek ligde kalmayı başarmıştı. Toshack Alonso daki yeteneği fark etmiş  ve ona ileride en iyi orta saha oyuncularından birisi olmasını sağlayacak,topa dokunuş ve kontrol etmede yeteneklerini en üst düzeye çıkaracak özel antremanlar yaptırıyordu. İlk golünü attığı ve toplamda 3 gole ulaştığı 2001-02 sezonunda 30 maç formaya giyecek ancak Real Sociedad sezonu bu kez de 13. bitirecekti.2002 sezonun başında Sociedad teknik direktörlüne Raynald DENOUEİX getirilecekti.  John B. Toshack'ın takıma kazandırdığı Nihat KAHVECİ ile birlikte Karpin'li,Kovaçeviç'li kaleci Vesterfeld'li kadrosuyla Sociedad şampiyon olduğu 1981-82 sezonundan sonra ilk defa o sezon şampiyonluğa çok yaklaşacak Real Madrid'in ardından sezonu ikinci bitirecekti. Tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligine katılma başarısı gösteren Sociedad da o sezon Alonso 12 golün yanı sıra attığı mükemmel paslarla Nihat'ı ve Kovaçeviç'i birer yıldız yapacaktı. O yıl ispanyol spor dergisi de Xabi'yi en iyi ispanyol oyuncu seçecekti. Gösterdiği performans aynı zaman da ona milli yakımın kapılarını da açmıştı.

Milli takım hocası Saez onun için ''Fantastik bir isabetli pas mesafesi var ve futbolu olağanüstü bir netlikle görüyor.'' demişti.
2003-04 Sezonunda işler biraz karışmıştı. Şampiyonlar liginde Galatasaray'ın da bulunduğu gruptan çıkmış ancak avrupa da ve ligde fırtına gibi esmeye başlayan Lyon'a elenmişlerdi. Yoğun maç trafiğini oyuncular kaldıramamış ve ligi ancak 15. bitirebilmişlerdi.Sezon sonunda Real Madrid Alonso'yu istemişti ancak o sürpriz bir kararla kulübünde kalmayı tercih etti. Çocukken beraber oynadıkları, kendi gelişimine önemli derecede katkıda bulunan Arteta Sociedad' a gelmişti. Biraz gecikmeli de olsa ikisinin de beraber oynama hayalleri gerçekleşmişti. Ancak bu mutluluk fazla uzun sürmedi. Sezon öncesi hazırlık kampına alınmayan Xabi 10,7 milyon pound karşılığında Liverpool'a satılacaktı. Artık ispanya çimleri onun mesafe tanımayan paslarından mahrum kalacaktı.Valencia da elde ettiği iki La Liga şampiyonluğu ve bir UEFA kupası zaferinden sonra Liverpool'un başına geçen Benitez onu ısrarla takımında görmek istemişti. Alonso Liverpool'a gelir gelmez katkı sağlamaya başladı. İkinci maçında oyuna sonradan girmiş ilk devreyi 2-0 yenik kapadıkları Fulham karşısında Alonso'nun bir de frikikten gol attığı maçı 4-2 kazandılar.

 Orta sahada, MR.LİVERPOOL yani Gerard ile birlikte harika bir iki oluşturmuşlardı. Adeta birbirlerini tamamlıyorlardı. Alonso hem defansif görev yapıyor hemde Salvador Dali'nin fırça darbesi misali attığı paslarla Gerard'ın yükünü hafifletiyordu. O sezon Şampiyonlar Liginde Juventus ile oynadıkları çeyrek final rövanş maçından sonra The Guardian gazetesinden Kevin Mc CARRA Alonso için '' Bu olağanüstü futbolcu Della Alpi de tekniğin ciddi bir fiziksel dezavantajı alt edebileceğini kanıtladı. Ligde işler çok ta istenildiği gibi gitmiyordu. Ama Alonso,Gerard ikilisi Şampiyonlar liginde Chelsea'yi de elemişlerdi ve sırada final maçında Milan vardı. 2005 finali İstanbul'daydı ve bu masallar şehri bir masala daha tanık olacaktı. Maldini ile şampiyonlar liginin en erken gol rekorunu kıran Milan,Crespo'nun iki golü ile soyunma odasına 3-0 önde girecekti. Herkes maçın bittiğini düşünüyordu ama masal henüz başlamamıştı. İkinci yarı altı dakika içinde tarihin en iyi geri dönüşlerinden biri yaşandı. Önce Gerard'ın kafası farkı ikiye indirdi. Ardından Smicer'in şutu ağlarla buluştuğunda  Liverpool maçı bırakmadığını gösteriyordu. Artık İstanbul Olimpiyat Stadyumunda ''YOU''LL NEVER WALK ALONE'' dan başka bir şey duyulmaz olmuştu.
Elli dokuzuncu dakikada Gattuso'dan tarihi hata geldi. Gattuso, Gerard'ı ceza sahası içinde düşürmüş ve penaltıya sebep olmuştu. Kazanılan penaltıyı Alonso kullanmış ilk vuruşta Dida topu kurtarmayı başarmıştı. Fakat son sözü yine Alonso söyledi ve dönen topu ağlarla buluşturarak beraberliği sağladı.Maç uzatmalara gitti. Uzatmalarda gol olmayınca penaltılar Liverpool'a Şampiyonlar Ligi kupasını getirdi. Alonso 23 yaşında bu kupayı kazanarak Liverpool ile harika bir sezon geçirmişti. Bunu bir de Süper kupayla süslediler. Ligde alınan beşincilik kimsenin umurunda değildi.2005-06 Sezonunda FA Cup ve FA Community Shield'i aldılar. Ancak sakatlıklar Alonso'nun yeşil sahalardaki resitallerine ara vermesini gerektiriyordu. Sadece manevi anlamda değil maddi anlamda da taraftarını mutlu ediyordu.Nisan 2006 da NEWCASTLE  maçında 65 yardtan attığı golle, kendisine 200 poundluk bahis oynayan bir taraftar bunun karşılığnda bahis sitesinden 25.000 pound kazanmıştı. Bu gol aynı zamanda Premier ligin en uzun mesafe golüdür. Sadece Premier ligin değil İngiltere'nin en uzun mesafe gol rekoru da kendisine aittir. 2005 te FA cup maçında Luton Town'a 78 yard tan da gol atmayı başarmıştır. Milli takımında değişmez oyuncularından olan Xabi 2008 yılında İspanya'nın kazandığı Avrupa Şampiyonluğundaki baş aktörlerden biridir. O Liverpool tarftarlarının gönlünde taht kurmayı çoktan başarmıştı. Kop tribününde ayrı bir yeri vardı onun. Fakat ayrılık zamanı gelmişti. Ronaldo ile başlayan Real fırtınası Alonso'yu da içine almak istiyordu. Liverpool şehri buna şiddetle karşı çıkıyor ancak Liverpool takımı içinde bulunduğu maddi durumdan dolayı aynı direnci gösteremiyordu. Sonunda Xabi ALONSO 30 MİLYON sterlin karşılığında Real Madrid'e transfer oluyordu.

Bir önceki sezon hayl kırıklığı yaratan Madrid onun gelişi ile birlikte toparlanmıştı.2008-09 sezonunda 10 mağlubiyet alıp kalesinde tam 52 gol gören Real o geldikten sonra sezonu sadece 4 mağlubiyet ve kalesinde 30 gol görerek tamamlıyordu.İlk sezonunda sakat ve ya cezalı değilse Pellegrini tarafından sürekli ilk on birde oynatılıyordu. (Bu sezon da Mourinho için de durum pek farklı değil). İlk sezonunda 96 puanla muhteşem Barcelona'nın ardından ligi ikinci bitiren Madrid'in maliyet  fayda analizi yapıldığında en değerli oyuncusuydu Alonso.  2010 yazında Afrikada düzenlenen Dünya kupasında İspanya şampiyon olurken,Xavi'nin ,İniesta'nın David Villa'nın katkısı ne kadarsa Alonso'nun katkısı da en az onlar kadardı.

 San Sebastian topraklarına ve İspanyollara böyle bir oyuncu için ne kadar teşekkür etsek azdır.

12 Aralık 2010 Pazar

2004 MODEL YUNANİSTAN


Fenerbahçe'yi yenmenin en kestirme yolu bu. 2004 model Yunanistan taktiği. Sonuna kadar kapan sonra 2 şutla maçı al. İkinci yarılarda Fb'nin oyundan düştüğünü artık orta okul çocukları bile biliyor. Ümit ÖZAT ta ilk yarı takımını Otto REHAGEL'in bile kıskanacağı şekilde oynattı ve toplamda üç şut ve iki golle istediğini aldı. İlk yarıda yarı sahayı geçecekler diye az kalsın ödleri patlayacaktı. Bunu o kadar abarttılar ki 2004 te Yunanistan milli formasını giyen oyuncuları bile bunaltacak  seviyeye getirdiler.
Aslında ilk ayrı Fb maçı kazanma adına her şeyi yapmıştı. Ceza sahası dışından şut,ver-kaç larla rakip ceza sahasına girme,kanatlara inip oyunu açma. Hepsi vardı sarı lacivertli oyuncularda ama bir tek son vuruşlarda etkisiz kaldılar.İkinci yarıda daha vasat oynamalarına rağmen gol için biraz daha açıldıkları dakikalarda kontradan golü yediler. Fakat golün de Caner'in kanadından geleceği bas bas bağırıyordu.



Fb'nin deplasmanlarda puan kaybı yaşamasının iki ana nedeni var. İlki, kontraya çıkamaması.Aykut Hoca'nın istediği gibi hızlı bir şekilde atağa çıkamıyor Fb. Sürekli set hücumu varyasyonları deniyor. Böyle olunca da rakipler, savunma pozisyonlarını rahatça alabiliyor.  Bir diğer sıkıntı ise ters kanada tek topla dönemiyor.Devamlı yerden iki ya da üç pasla kanat değiştiriyor. Bu da zaman kaybı yaratıyor.Eğer bu iki sıkıntıyı giderebilirse daha iyi sonuçlar alabileceğine eminim.
Trabzon'un kazandığı,Kayseri'nin kaybettiği hafta da bu mağlubiyet hiç de iyi olmadı. Liderle puan farkı dokuza çıktı ve bu fark hiç de az değil.Devre sonuna doğru şampiyonluk için iddialı olabilecek bir konuma gelmişken farkın tekrar açılması ağır bir yara daha aldırdı Fb'ye.  

11 Aralık 2010 Cumartesi

Futbola Dair-14



Golü önce kafanızda,düşüncenizde atmalısınız. Düşünmeden atılan gol,gol değildir.

                                                                                     Metin OKTAY

8 Aralık 2010 Çarşamba

Not Defteri




Not defteri bu akşam sezonu açtı. Fuat AKDAĞ ve Rıdvan DİLMEN uzun bir  aradan sonra tekrardan beraberce ekranda göründüler. Ne yalan söyleyeyim özlemişiz. Sezonun ilk programının konuğu Emre BELÖZOĞLU idi.
Malumunuz Fenerbahçeli taraftarlar dışında pek seveni yoktur kendisinin. Yetmiş milyon sadece milli maçlar sırasında hep beraberce sever Emre' yi. Saha içinde topa karşı agresif tavırları rakip takım taraftarları tarafından pek de hoş karşılanmaz. Ancak onu yakından tanıyanlar kendisinin saha dışında bambaşka bir insan olduğunu söyler.
Programın ilk bölümünü kaçırdım. Ancak seyrettiğim bölümlerde Emre'nin tavırları,konuşması,fikirleri beni oldukça mutlu etti. Gerçekten de saha dışında tam bir efendi. Gerek Rıdvan DİLMEN'e gerek Fuat AKDAĞ'a saygısı son derece samimi idi. Kaptanına sahip çıkması ve sahip çıkarken de söylediklerinin altını doldurması ona ne kadar değer verdiğinin bir göstergesi. Basının ikiye bölünmesine sebep olan Aykut Hoca'ya saygısı ve sevgisi en üst düzeyde. Hocasına olan bu duygularını da onun yanında yer alarak bir kez daha belirtti. Türk futbolunun geçmişi ile bu gününü değerlendirirken asıl sorunun sadece saha içinde olmadığını dünya ve avrupa futbolunda bir yerlere gelmek için oyuncunun saha dışında da eğitilmesinin gerektiğinin altını çizdi.  Dikkatimi çeken bir nokta da Emre nin 2012  Dünya kupasına ev sahipliği yapacak ülkenin seçiminde lobi faaliyetlerinde David BECKHAM'ın orada bulunmasını vurgulamasıydı. Avrupa Şampiyonası adayı olup onu alamayan bir ülkeye çok ince bir mesaj verdi Emre. Gündemi sürekli takip etmesi. Dünyadaki gelişmeleri takip etmesi, gençleri sürekli okumaya teşvik etmesi ve yaptığı öz eleştirilerle ne kadar  aklı başında ve  lider karakterli göstermiş oldu.

30 Kasım 2010 Salı

Kral ve Diğerleri



Valdes,İniesta,Xavi,Puyol,Pique. Bu oyuncular Barcelona'nın alt yapısında yeni yeni filizlenmeye başladıkları yıllarda Guardiola Barcelona A takımında futbolun en güzel serenatlarını sunuyordu futbol severlere. Guardiola sanatını konuşturduğu yıllarda adı geçen oyuncular için adeta kraldan farksızdı. İşte o kral bir gün başlarına teknik direktör oldu ve kazanılabilecek tüm başarıların hepsini onunla kazandılar. Hem oynadıkları oyunla dünya futbol tarihine damga vurdular hem de almadık kupa bırakmayarak zirveye çıktılar. Bunu başarırken de başlarında, bir zamanlar onun gibi olmak için çaba sarfettikleri kralları vardı.
İşte Cristiano bunu bilmediği için o kral'a dokunma cehaletinde bulundu. Beş farklı skorun ortaya çıkmasında başrol ne Mourinho'nun ne de başka birinin kabahati. Bunun tek sorumlusu Ronaldo dur. İlk yarıda yaptığı terbiyesizce hareket sonrasında Barça lı oyuncuların daha da ateşlenmesini sağladı. Gerçi sonuç yine değişmeyecekti ama belki de bu kadar farklı bir skor olmayacaktı bundan adım gibi eminim. Tarihten gelen rekabetin yanına bir de krallarına el uzatılınca iyice hırslandı İniesta,Puyol,Valdes ve diğerleri. Bu baş faktörün yanında bir de yardımcı faktör vardı. Bu da Barça- Mourinho rekabeti idi. Kendilerini hem Chelsea hem de İnter'in başındayken eleyen ünlü teknik adama bir cevap niteliği taşıyordu bu karşılaşma. Ve Barça lı oyuncular beş gol atarak geçmişin intikamını aldılar. Hem de ne intikam. Ne demişler ''İntikam soğuk yenen bir yemektir.''

28 Kasım 2010 Pazar

Yetmişdokuz


Fotoğraf sekizinci dakikada BJK'nin penaltı golüyle one geçtiği dakikanın fotoğrafı.GS geriye düşmüştü ama henüz maçın başıydı ve daha 82 dakika daha vardı. Ancak yetmişbir  dakika sonra her şey bitmişti. Dakikalar  yetmiş dokuzu gösterdiğinde daha önce FB formasıyla GS'ın şampiyonluk hayallerini çimlere gömen Nobre, bu dakikada da yine Gs'ın bu sene için sadece şampiyonluk değil, avrupa'ya gitme hayallerini de yeşil zeminde yok ediyordu. Bu sonuçla GS için her şey bitmiştir. Süper ligin en kötü takım savunmasını yapan Gs sanmasın ki lig gitti ama kupada bir şeyler yapabilsin. Hücum varyasyonları açısından da ligin en vasat takımlarından bir olan Gs sanmasın ki ligin ikinci yarısında transferlerle birlik çıkışa geçsin.Son dakika da kaleci Cenk'in hatası olmasa Gs bir hafta oynasa gol atamayacaktı Beşiktaş'a. Gerçi bu oyun tarzı,bu bıkmışlık olduktan sonra rakip Beşiktaş değil de çatladıkkapı spor olsa sonuç farketmezdi. Gs da başkanından futbolcusuna, teknik adamından malzemecisine kadar  kimse de inanç yok. Gs tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Liderle arasında tam onaltı puan fark var. Ancak bu onaltı puanlık fark sadece bu sezonun farkı değil. Bu fark Cevat GÜLER ile şampiyonluk yaşadığı sene oluşmaya başladı.Nonda'nın ayrılmasıyla belirginleşmeye,Rijkaard'ın gönderilmesi ile de açılmaya başladı. Hagi'nin gelmesi ile de daha da açılacak. Sırf yeni hizmete girecek TT Arena dan rant sağlamak amacı ile koltuklarında oturanlar, ya da koltuğa oturmak için kulübü içten içe karıştıranlar varken Türk futbolunun lokomotif kulüplerinden olan GS daha çok çile çekecektir.
 Oyunun teknik taktik yönünü fazla incelemeye gerek yok.BJK de Guti oyunun kontrolünü eline aldı ve kartalı uçurdu. BJK 2010 yılının ilk derbi galibiyetini alarak yarıştan kopmamayı başardı. Bursa -Kayseri maçının sonucuna göre belkiş bu aldığı galibiyetin anlamı bir kat daha artacak.

25 Kasım 2010 Perşembe

Tarihi Gece


Tarihi bir gece yaşadık. Atığımız golle ve yediğimiz gollerle tarihe tanıklık ettik ve maalesef bu tarihi skorlar Ertuğrul Hoca'ya fazlasıyla denk gelmeye başladı.  Beşiktaşın başındayken aldığı farklı mağlubiyet sonrası bir farklı yenilgiye daha şahit oldu.
 Türkiye de oynadığı futbolla rakiplerini dize getiren Bursaspor iş Avrupa ya  gelince sefilleri oynuyor. Sonuçta Bursa spor ligimizin şampiyonu olarak orada bulunuyor. Ancak Türk futbolunun avrupa da ne durumda olduğunu da gözler önüne koyuyor. Paha biçemediğimiz Volkanlar Sercanlar Şl liginde ne yapacaklarını şaşırıyor. Eğer rakip Valencia değil Manisa olsaydı Sercan o golü kaçırır mıydı ? Hiç sanmıyorum. Panik hali Sercan ın karar verme mekanizmasını allak bullak ediyor. Orası farklı bir platform işte.
 Bu hezimet sadece Bursaspor un  değil Türk futbolunun hezimetidir. Paok lara,Lyviv lere elenen anlı şanlı büyüklerimiz olursa ŞL de ilk defa oynayan Bursa nın da 6 tane yemesi son derece normaldir.
İlk ve tek Avrupa zaferini 10 yıl önce kazanmış Türk futbolu şapkasını önüne koyup düşünmelidir.

23 Kasım 2010 Salı

İki Yıldız


Hep tartışılan isim oldu Alex. Hem yaptıklarıyla hem de yapmadıklarıyla. Koşmuyor dendi onun için. Takımı yavaşlatıyor dediler.  Artık gitmeli dediler. Hatta bu satırların yazarı dahil özellikle son yıllarda hep eleştirildi. Hala da bugüne kadar belirtmiş olduğum görüşlerimin arkasındayım. Ben hala 10 numaraların artık dünya futbolunda yerlerinin kalmadığını savunuyorum. Ancak bu görüşlerim Alex'in yaptıklarını göz ardı etmemi gerektirmiyor.
Fb'nin 3000. ci golünü atması sadece 34 saniye sürdü. Kendi hesabına da 100 den fazla gol yazdırdı. Geldiği zaman Brezilya'nın Konfederasyon kupası kadrosundaydı. Ancak bu formunu sürdüremedi. O kendini sarı lacivert renklere adadı. Fb için varını yoğunu,gecesini gündüzüne katarak harcadı. O Fb ile var oldu Fb ile onunla. Di Stefano'nun Real Madrid'e kattıklarını katmadı Fb'ye ama yine de çok şey verdi kulübüne. Futbolun sadece bir spor olmadığını aynı zamanda bir satranç olduğunu gösterdi bizlere. Akıl dolu paslarıyla zekanın ayaklara nasıl hükmedebileceğini anlattı yıllarca. Bugün Alex'in varlığı diğer kulüpleri de hep bir Alex arayışına itti.
Hep kendi Alex lerini aradılar ama onun bir benzerini daha bulamadılar. Son yıllarda çok değerli ve çok yetenekli birbirinden değerli yıldızlar geldi Türk futboluna. Hatta biz de Pele mi Mardona mı tartışmasına benzer şekilde Hagi mi Alex mi dedik hep.Futbolcu  Hagi'nin Türk futboluna verdikleri gerçekten göz ardı edilemez. Onun sayesinde Türk futbolunun çıtası yükseldi. Ama bir gerçek daha var ki SKORA KATKI açısından gelmiş en iyi yabancı Alex'tir. Kendisinin Türkiye'de yeşil sahalarda yazdığı şiirleri okuyabildiğimiz için çok şanslıyız.

Buca maçının eğer Alex'ten başka bir yıldızı daha varsa o da Niang'tır. Bir oyuncunun Fransa liginin gol kralı olması, şampiyon takımının kaptanı olması ve ya o takımın her şeyi olması oyuncu da biraz olsun ego yaratmaz mı ? Eğer adınız Niang ise yaratmaz. Kezman ve Güiza gibi facialardan sonra Niang gibi bir golcüye sahip olmak  herhalde inanılmaz bir şey olsa gerek. Dün akşan Alex maçın yıldızı olduysa bunda en büyük pay Niang'ındır. Golcülere has egoistlikle vurmak yerine Alex'e asist yapması onun için önemli olanın takım olduğunun bir göstergesi. Ayrıca attığı golde Semih ile yaptığı verkaç ders olacak nitelikte. Topu alışı, verişi,dönüşü ve yaptığı vuruş akedemilerde tekrar tekrar okutulmalı. (Tabi derse ilk önce Güiza girmeli)
Marsilya'nın onun neden bırakmak istemediğini her geçen gün daha iyi anlıyoruz.

21 Kasım 2010 Pazar

Futbola Dair-13



"Futbol istatistikleri mini eteğe benzer. Birçok şeyi gösterir ancak asıl merak edileni göstermez."
                                           Ebbe SKOVDAHL
                                      Danimarkalı Teknik Direktör

19 Kasım 2010 Cuma

Küllerinden Doğmak



1909 Yılında kurulan Almanya'nın efsanevi  kulübü B. Dortmund 90'larda Avrupada fırtına gibi esiyordu.  1996-97 sezonunda Şampiyonlar Ligi finalinde Juventus'u 3-1 lik skorla devirerek Avrupanın kulüpler düzeyinde en büyüğü olmuştu. Ancak ne olduysa ondan sonra olmaya başlamıştı. Günden güne kan kaybediyordu artık Dortmund. 2002 de son BUNDESLİGA şampiyonluğu elde ettikten sonra eski günlerini mumla arar hale gelmişti. Son sekiz yılı altıncılıklar,dokuzunculuklarla geçiren B.Dortmun en dip noktasını 2007-08 sezonunda ligi onüçüncü bitirerek yaşamıştı.

 Ancak Dortmund bu sezon adeta küllerinden doğuyor. Jürgen KOP yönetiminde futbolu tekrar hatırlayan BVB, taraftarlarına ve Alman halkına yıkılmadık ve yıkılmayacağız biz yine Dortmund uz diyorlar. Milli futbolcumuz Nuri ŞAHİN'in önderliğinde sadece sonuç odaklı değil göze de hoş gelen futbollarıyla bu sezon Bundesliga ya renk veriyorlar. Ne demişler efsaneler ölmez sadece şekil değiştirir.

9 Kasım 2010 Salı

İki Ayrı Maç


Bu akşam bir doksan dakika içinde iki ayrı maç oynandı. İlk maçı Fb 1-0 kazandı. İkinci maçı ise Ankagücü 4-1 önde bitirdi. Maçın başlama düdüğü ile birlikte Fb eksik geldiği Ankara deplasmanında futbol adına doğruları sahaya yansıtmaya başlamıştı. Devamlı ayağa paslarla organize bir şekilde rakip sahaya yayılıyordu. Sadece ters kanada atılan toplarda uzun oynuyor onun dışında sürekli kısa paslarla oyun kuruyordu. Nitekim 12. dakikada Semih le golü buldu. Golden sonra da devre sonuna kadar oyun disiplininden kopmadı ve ilk maçı önde bitirdi.
İkinci maça Ümit ÖZAT iki değişiklikle başladı. Mehmet ve Doğan'ı oyuna alan genç teknik adam, Weeks i de Stoch un önüne koyarak ilk devre başarılı bir oyun ortaya koyan oyuncuyu etkisiz hale getirmeyi planladı ve başardı da. İkinci yarının hemen başında golü bulmak Ankaragücünü kendine getirdi. O dakikadan sonra Fb de anlamsız bir panik havası başladı ve ilk yarıda sakin,oyunu tutan ve istediğini almasını bilen Fb gitti yerine bambaşka bir takım geldi. Oyunda gerçek bir liderin eksikliği fazlasıyla hissedildi. Takımın bocaladığı dakikalarda ekibi bir arada tutacak,oyunda tekrar kontrolü eline alacak bir Alex ya da Emre'nin yokluğu fazlasıyla hissedildi.

Aykut Hoca'nın Caner le Gökhan ve Kazım la Dia değişikliği doğru hamlelerdi. Fb oyunda tekrardan dengeyi sağlamak üzereyken Ankaragücü'nünü ikinci golü geldi. O dakikadan itibarende maç tamamen fb nin elinden gitti. Anlaşılan o ki Fb de bugün oynamayan oyuncular gerçekten takıma gerekli oyuncular. Maalesef yedek kuvvetler gerekli performası gösterecek kalibrede değiller. Gökay için şunu söylemek gerekir. Ayağına top yakışıyor ve rahat tavırlarıyla sezon başından beri bu takımda oynuyor görüntüsü verdi. Okan dan sonra bir genç oyuncu daha kazanacak gibi duruyor Fb. Son bir sözde Kazım a güç bela girdiği ilk 11 e çabuk veda edecek gibi duruyor. Maçta sadece 30 saniye içinde yaptığı şık bir çalımla hafızalarda kaldı. Onun dışında maç içinde hiç yoktu.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Hep Böyle


Aykut KOCAMAN'ın teknik direktörlüğe getirildiği ilk günden itibaren savaş baltalarını her gün bileyen bazı skor yazarları için yine tatminkar bir maç oldu. Sonuç beraberlik olunca yine Fb gömleği Aykut Hoca'ya büyük geldi diyen skorcular meydanda cirit atar hale geldi.
Aykut KOCAMAN Fb de başarılı olur ve ya olamaz onu zaman gösterecek. Ancak başarısız dahi olsa kimse onu hangi kulüpte hocalık yaptığını bilmemekle suçlayamaz. Aykut Hoca bu ülkede hangi kulüpte görev aldığını en iyi bilen teknik adamdır. Para kazanmak için değil bu kulübü sevdiği için bu görevi kabul etmiştir ve her zaman söylediğim gibi yeterli sabır gösterilirse Fb tarihinin en başarılı teknik adamı olacaktır.
Bursa maçında skor galibiyet için yeterli olmadı ancak oyun anlamında başarılı bir Fb vardı sahada.
Rakibi ısıran,önde basan,hataya zorlayan bir takım vardı dün akşam. Galibiyeti arzuladıkları her hallerinden belliydi. Bu konuda da en somut örnek Alex'in bile zaman zaman Hüseyin'e markaj uygulamasıydı. Tüm takım mücadele etti. Maç başlar başlamaz Fb nin oyun tarzı Bursasporlu futbolcuları şaşırttı ve ne yapacaklarını bilemediler. Kuşkusuz onlar da karşılarında böyle bir rakip beklemiyorlardı. Olumlu bir değişimde Bursaspor gibi zorlu bir rakibe karşı skor avantajını ele geçirdikten sonra savunmaya çekilmedi Fb. Takımın başında Daum olsaydı kesin 1-0 a yatarlardı. Maçın sadece on dakikası gömülü oynadılar onda da Bursanın golü geldi zaten.

Bursa medyası galibiyeti kaçırdıklarını yazıyor. Sercan'ın iki tane yüz de yüzlük poziyonundan başka bir şeye bakmazsanız doğru kabul edilebilir. Ancak Bursaspor ikinci yarının ilk on dakikası dışından baskılı oynamadı. Son on dakikada ise Fb'nin galibiyet arzusuyla savunmayı bir kenara itmesinden kaynaklandı. Evet belki Ivankov, Volkan kadar kurtarış yapmadı. Bu kimseyi aldatmasın. Bunun tek sebebi Fb oyuncularının şutlarının kaleyi bulmaması.
Sonuç olarak oyun anlamında Fb taraftarlarını mutlu etti.  Maçtaki her pozisyon takımın hem hücum hem de savunma anlamında çalıştığını gösteriyor. Durmak yok mücadeleye,çalışmaya devam

29 Ekim 2010 Cuma

Iverson Beşiktaş'ta


Her ne kadar 1,5 yıldır basketbol oynamamış olsa da ve şahsi problemleri yüzünden NBA de kendisine takım bulamamış olsa da Iverson transferi Türk basketbol tarihinin en büyük transferidir. Faydalı olur ve ya olmaz onu zaman gösterecek. Ancak bu transferi gerçekleştiren BJK yönetimini tebrik eder böyle bir oyuncuyu bizlere izleme fırsatı sundukları için teşekkür ederiz.

Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun

28 Ekim 2010 Perşembe

Tarihteki İlk Derbi






Dünyanın ilk futbol kulübü, İngiltere’nin kuzeyindeki Sheffield kentinde kurulan “Sheffield F.C.” (Sheffield Football Club) adlı kulüptür. 24 Ekim 1857’de William Prest ve Nathaniel Creswick (kulübün ilk sekreteri ve takım kaptanı) tarafından kurulan Sheffield F.C. aynı zamanda dünyanın en eski kulübüdür.


Sheffield F.C. kulübünün üyeleri herhangi bir rakip olmadığı için ilk zamanlar kendi aralarında maç yapmışlardır. Ta ki 1860 yılında dünyanın ikinci futbol kulübü “Hallam F.C.” kurulana kadar. Yine Sheffield kentinde kurulan Hallam F.C.’nin kurucusu ve ilk kaptanı John Charles Shaw’dır. 26 Aralık 1860 günü Sheffield F.C. ve Hallam F.C. arasında, dünyanın ilk ve en eski derbisinin ilk maçı oynanır ve karşılaşmayı Sheffield F.C. 2-0 kazanır.









 Bugün de sürmekte olan “Sheffield Derby”nin bir diğer ismi de “Rules Derby”dir. (Sheffield kentinin günümüzde daha popüler olan diğer takımları Sheffield United ve Sheffield Wednesday arasında oynanan derbinin adı ise “Steel City Derby”dir.)Hallam F.C., kurulduğu günden bu yana maçlarını 1804 yılında inşa edilen ve dünyanın en eski stadı olan “Sandygate”de oynamaktadır. Günümüzde maçlarını “Bright Finance” stadında oynayan Sheffield F.C.’nin bir dönem maçlarını oynadığı “Bramall Lane” stadı ise artık Sheffield United kulübü tarafından kullanılmaktadır. Bugün her iki kulüp de, aktif futbol kariyerlerine İngiltere Amatör Ligi’nde devam etmektedirler.
                                         
                                                           SHEFFİELD F.C. 1857

26 Ekim 2010 Salı

Futbola Dair-12


Kendi seçimleriniz yüzünden kaybetmeniz,başkaları yüzünden kaybetmenizden daha iyidir.
                                                                           Johan CRUYFF

19 Ekim 2010 Salı

Ne Değişecek ?


Yaklaşıkon altı ay önce Frank Rijkaard Gs 'a imza attı. Gs yönetimi bir sürprize imza atmıştı. Gerçi yönetimin Rijkaard ile görüştüğü haftalarca basında yazıldı,çizildi. Ancak yine de Rijkaard ile anlaşılması sürpriz sayılabilirdi. O gün taraftarından yöneticisine kadar tüm camia sevinç çığlıkları atıyordu. Ne de olsa Hollandalı futbol efsanesiydi. Bir kaç sezon önce Barcelona ile ŞL'ni kazanmış,bugünkü rüya takımın temellerini atmıştı. Artık Gs için total futbol zamanıydı. Fakat aradan zaman geçti ve bu sezon 8 maçta alınan 4 yenilgi sonrası Gs yönetimi Rijkaard ile yolları ayırmanın planlarını yapıyor.
Onun yerine düşünülen adayların isimleri ise oldukça ilginç. İlginç diyorum çünkü hepsi tanıdık isimler. Kim bunlar ? Lucescu,Fatih TERİM,Hagi,Tugay KERİMOĞLU. Peki şimdi soruyorum  ? Lucescu, Fatih TERİM takımın başına geçsin diye gönderilmedi  mi ? Hemde başarılı olan bir sezonun ardından. Fatih TERİM ile  başarısız olduğu düşünüldüğü için yollar ayrılmadı mı? Hagi için ne demeli. Her iyi futbolcunun, iyi teknik adam olamayacağı Hagi ile kanıtlanmadı mı? Peki Bülent Kaptanı harcadığınız gibi şimdi de Tugay KERİMOĞLU 'nu mu harcamak istiyorsunuz.
Gelen haberler Hakan ŞÜKÜR'ün spotif direktörlük görevini kabul ettiği yönünde. Diyelim ki doğru ve onun liderliğinde de bir de yeni teknik adam getirilecek. Burada önemli olan Hakan ŞÜKÜR'e ne amaçla gidildiği. Yeniden inşa et mi yoksa kurtar bizi mi? Eğer zihniyet ''Kurtar bizi'' ise Hakan ŞÜKÜR de gelse Rijkaard da gitse ne değişecek ?

12 Ekim 2010 Salı

Futbola Dair-11



Eğer ben basit bir iş isteseydim chelsea'ye gelmez porto da kalırdım. güzel bir takım elbise, her sene şampiyonlar ligi, tanrı ve tanrı dan sonra ben.
                                                                Jose Mourinho

Ne İstiyorum

Şu anda tüm Türkiye öfke,sinir,şaşkınlık ve bunlar gibi duyguların hepsini bir arada yaşıyor. Bu güne kadar hiç yenilmediğimiz ve futbol kalitesi bizim 20 yıl gerisinde olan Azerbaycan'a Euro 2012 elemelerinde 1-0 mağlup olduk. Futboldur bu. Üç ihtimalde her zaman vardır. Ancak elinizden geleni yapıp ta şanssızlık sonucunda kaybedersiniz o zaman kimse bir şey demez. Sakın kimse % 77 'ye %33 oynama oranı var,topla biz oynadık falan demesin. İstediğiniz pozisyonları üretemedikten sonra topla oynasanız ne olur, oynamasanız ne olur. Sonuçta Azerbaycan istediğini aldı mı ? Aldı.
Anlaşılan o ki biz Almanya'ya sadece bir maç kaybetmemişiz. Biz Almanya maçı ile birlikte kendi kimliğimizi de kaybetmişiz. Biz kendimizi,mücadeleci ruhumuzu,isyankarlığımızı,asiliğimizi Berlin de bırakmışız. Eğer kaybetmemiş olsaydık Azerbaycan karşısında aslanlar gibi mücadele ederdik. Sonuçta yine kaybedebilirdik ama hiç değilse mücadele ederdik. İsviçre'ye elendiğimiz maçı hatırlayın. Maç içinde ne kadar arzulu,istekli, hırslı oynamış(kontrolümüzü kaybedercesine), hatta maçta hırsımızı alamayıp adamlara bir de dayak atmıştık. Son iki maçımıza bakarsak resmen 30 yıl geriye gitmiş durumdayız. Takımda müthiş bir inaçsızlık havası var. Azerbaycan maçı bize göstermiştir ki Fatih TERİM'in 
takımı misyonunu tamamlamıştır. Artık yeni ayaklara, yeni beyinlere ihtiyaç vardır. Sanırım Hiddink'te bunun planlamasını yapmıştır ve gerekli değişimleri yapacaktır. Hiddink Türkiye'nin kendisi için son durak olacağını açıklamıştır. Ancak o buraya emekliliği için yatırım yapmaya gelmemiştir. Ne demişler ''Herkes son maçıyla anılır.'' Hiddink'te bunca zaman başarılarla dolu kariyerine hüsranla nokta koymak istemez. Dolayısı ile Hiddink'in gerekeni yapacağına inanıyorum. Benim merak ettiğim bunu ne kadar zamanda yapacak. Ne kadar çabuk harekete geçerse o kadar çok yol alırız. Sonuç olarak daha alınacak çok yol var.
Eğer bu kadro ile Euro 2012 ye gidemezsek üzülürüm. Yok 2014 için yatırım yapılarak önümüzdeki 12-14 yılı kurtaracak kadroyla katılamazsak o zaman içim yanmaz. Ben İsviçre'ye elendiğimiz maçtaki Milli takımımı geri istiyorum. Şiddet içeren kısmını değil ama rakibi ısıran,kazanmak için her şeyi yapan, yepyeni pırıl pırıl geçlerden oluşan bir Milli Takım istiyorum.

Söyleyecek Söz Kalmadı



10 Ekim 2010 Pazar

Devam Et Mesut


Bu yaz Afrika'da düzenlenen Dünya Kupasında bütün dünya Mesut'un oynadığı futbolu takdir etmişti. Eminim Almanya maçlarında sadece Mesut'u izlemek için bile milyonlarca kişi ekran başına geçmiştir. Tabi dünyanın geri kalanı ile birlikte biz Türkler de onu izlemekten keyif alıyorduk. Onun dünya kupasına renk kattığını gözlerimizin pasını sildiğini her defasında tekrarlıyorduk. Hem izlemekten keyif alıyorduk hem de bir Türk olduğu için gurur duyuyorduk. O günlerde gurur duymuyorum diyen yalan söylerdi.
Transfer sezonunda Real'e gidince de gururumuz bir kat daha artmıştı. Ne de olsa dünyanın en büyük kulüplerinden birinde bir Türk forma giyecekti artık. Real'e transferini anlamlı kılan etkenlerden birisi de onu isteyen kişinin, şu an dünyanın en iyi teknik direktörü kabul edilen Jose MOURINHO'nun  olmasıydı. Mesut la gururumuz bir kat daha artmıştı. Evet belki kendi vatanında büyümemişti. Onu bizim altyapılarımız yetiştirmemiş, Türkiye'de parlayıp ta oralara gitmemişti. Ama olsun o sonuçta Türk kanı taşıyordu. Annesi de babası da Türk'tü. Acı vatanda doğmuş olması,orada eğitim almış olması önemli değildi. Maçlardan önce iki elini açarak dua ediyordu. Ailesinden iyi bir eğitim aldığı belliydi. Hepimiz onunla iftihar ediyorduk.
Ancak ta ki Euro 2012 elemelerinde Almanya ile eşleşene dek. Kuraların çekildiği dönemde bile sustuk.Ne zaman  Almanya maçı geldi, o hafta  memlekette müthiş bir Mesut düşmanlığı başladı.  Vatan hainliği ile itham edildi. Dört ay önce Türk olduğu için onunla gurur duyanlar şimdi bize karşı oynadığı için ona demediklerini bırakmadılar. Bütün hafta boyunca Mesutla yattık,Mesutla kalktık. Yok bizde oynamak istememiş,yok kendisini Türk hissetmiyormuş,mış mış mış.
İşte bizim sorunumuz bu. Dünyaya karşı oynarken Türk, bize karşı oynarken değil. Var mı böyle bir  kaypaklık ? Maalesef samimi değiliz. Nasıl dünya kupasında ve ya Real'de oynarken duyduğumuz gurur samimi değilse nefretimiz de samimi değil. Atalarımız ne güzel söylemiş '' Köpek bile ekmek yediği kaba tükürmez.'' diye. Mesut'u bu günlere getiren, ona nasıl futbol oynanacağını gösteren,alt yapı eğitimini doğru dürüst öğreten, onu dünya sahnesine sunan ve şu an dünyanın en iyi kulüplerinden birinde oynamasını sağlayan kim ? Almanya. O zaman Alman milli takımın formasını giymesi çok doğal. Sonuçta o bir Alman değil. Almanyalı. Nasıl Aureilo Türk değil ama artık Türkiyeli, Mesut'ta  Almanya'lı. Bunu artık kabul etmemiz gerekir. Bunu yanı sıra Almanya artık uyandı. Kendi yetiştirdiği oyuncuların başka milli takımlara gidişini engellemek için artık Almanya da kendi tedbirlerini almaya başladı. Futbolculara Alman milli takımı dışında bir milli forma tercih etmeleri durumunda Alman pasaportlarının iptal edileceği bir düzenleme getiriyor. Şimdi siz kendinizi onların yerine koyun. Bugünkü dünya düzeninde Alman pasaportumu yoksa Türk pasaportu mu ? Cevap çok basit değil mi?
Mustafa DOĞAN' da Alman milli takımını tercih etmişti. Fakat o dönemde hiç bu kadar polemik konusu olmamıştı. Bunun nedeni belli. Çünkü Mesut, Mustafa DOĞAN'dan daha iyi ve dünya çapında bir oyuncu. Mesut'un da kapasitesi Mustafa DOĞAN kadar olsaydı. Bu kadar konuşulmazdı. Ben Mesut'u beğeniyor ve takdir ediyorum. İster Alman ister Türk milli takımı forması giysin ben hala onunla gurur duyuyorum ve verdiği karadan dolayı da destekliyorum. Sen devam et Mesut bildiğin yoldan şaşma. Bizlere her maçta olduğu gibi
futbol ziyafeti sunmaya devam et. Yeşil zeminde futbolun tekmeden ibaret olmadığını, bu oyunun güzel oyuncularla güzelleştiğini, iyi bir alt yapı eğitiminin ne kadar önemli olduğunu, her maçta hatırlatmaya devam et. Ben ve benim gibiler seninle gurur duymaya devam edecek.

Futbola Dair-10


Bir takıma gerçekten iyi diyebilmeniz için önce defansının iyi olması gerekir                                                                                                                  

                                                                                                   G. BUFFON

5 Ekim 2010 Salı

DEFOLUN


 Yukarıdaki  fotoğrafları olan oyuncuların ortak özelliği nedir ?
Hepsinin de kasap olması. Ujfalisi'nin Messi'ye,De Jong'un Ben Arfa'ya,Egemen'in Guti'ye attıkları tekmelerin futbolla uzaktan yakından ilgisi yok. Bunlar gibi kasaplar yüzünden ben gerçekten futbol oynamak isteyen, futbol şairlerini izlemekten mahrum kalıyorum. Gerek stadlara giderek gerek decoder alarak yeşil sahalarda şiir yazanları izleme hakkımı kimsenin elimden alma hakkı yok.  Yeşil sahalarda sizin gibi futbol kasaplarına yer  yok. DEFOLUN

2 Ekim 2010 Cumartesi

Tarihin En Kötü Formaları


 Chelsea'nin 1995 yılında giydiği pembe-gri forma. Ruud'un karizmasını çizdiği kesin.


1994 Yılında A.B.D. de düzenlenen dünya kupasında Meksika kalecisi Campos'un giydiği forma. Giydiği formalar gibi renkli bir oyun tarzı vardı meksikalının.

1978 de Coventry oyuncuları acaba gerçekten bu formayı giymekten zevk almışlar mıdır ?

 İngilizler bu konuda oldukça iddalı. 1993 te Norwich oyuncuları maça mı yoksa sahilde dolaşmaya mı gittiklerini bir türlü anlayamamışlardır.

Bir tane de Afrikalılardan. 2002 Dünya kupasında onları görenler yollarını kaybetmiş basketbolcular sanmıştı.


 1992 yılında İngiliz ekibi Hull takımı bir forma siparişi vermiş. Tasarımcı kulüp yöneticilerine 'sembolünüz nedir' diye sormuş, 'kaplan' yanıtını alınca da üzerinde leopar, kaplan misali bir esinlemesi olan bu formaları diktirmiş.

 1993 yılında Aston Villa’nın yeşil, siyah ağırlıklı ve ince kırmızı çizgilerle bezenmiş forması. Daha sonra GS forması giyen Dean Sounders herhalde bu forma yüzünden A.Villa'dan ayrılma kararı aldı.

  1995 yılında Manchester United bu berbat formayı giymiş. Alex Ferguson, "bu formalar yüzünden oyuncularım sahada birbirini tanıyamadı ve yenildik" diyerek, gri renklerle bezeli formayı rafa kaldırtmış


                            1991 yılında Arsenal böyle bir formayı nasıl giymiş hala anlayamadık





1998 Yılında Meksika milli takımının giydiği bu forma da en kötü formalar listesinde yerini aldı. Formadan çok labirent bulmacaya benzeyen bu kumaş meksika takımına ne kadar motivasyon sağlamıştır tartışılır.